Milletimiz, hafta sonu İstanbul Beşiktaş’ta meydana gelen kanlı terör olayıyla bir defa daha derinden sarsıldı. Yürekler bir defa daha yandı. Genç yiğitlerimiz şehadet şerbetini içtiler. Hem de milletimizin, Alemlere rahmet olarak gönderilen Şanlı Peygamberimizin doğum gününü hatırlamaya, tefekkür etmeye hazırlandığı bir günde. Anaların babaların ocaklarına ateş düştü. Sevgililer canevinden vuruldular. Yaralılarımız var, Allah’tan şifa bekliyorlar. Şehitlerimiz, onbinlerin ‘Şehitler ölmez’ haykırışlarıyla uğurlandılar. Tıbkı bir gül bahçesine girercesine. Ve şehitlerimizin geride bıraktıkları eş ve çocukları Türk milletine emanet. Şehitlerimize Allah’tan rahmet ailelerine, yakınlarına ve milletimize baş sağlığı, yaralılarımıza da acil şifalar dilerim.
Devletimizin güvenlik güçlerini hedef alan kanlı ve hain terör saldırısı Türkiye’nin bütünlüğünü hedef almaktadır. Milletimizin birliğine, iradesine ve mefküresine yapılan bu aşağılık saldırı hedefine ulaşamayacaktır. Tam aksine, bu kahpe saldırılar, milletimizin yeniden dirilişine sebep olacaktır. Tarihte olduğu gibi gelecekte de dini, milli ve insani ideallere bağlı bir millet şuuru oluşturacaktır. 15 Temmuz’da sergilenen milli irade bundan sonar daha da güçlenecektir. Şehit Muhsin Yazıcıoğlu’nun, herkezin nutku tutulduğu günlerde haykırarak söylediği gibi: Türkiye’yi Suriyeleliştirme hayalleri suya düşecektir.
* * *
Dün akşam, Şanlı Peygamberimizin bu dünyaya teşrif edişlerinin sene-i devriyesiydi. Amsterdam’da Cerrahi Dergahı’nın misafiri olduk. Kur’ân–ı Kerim okundu. Kur’ân ziyafetleri verildi. Kelamullah’a olan sevgi, saygı ve bağlılık duyguları yenilendi, kuvvetlendirildi. Şanlı Peygamberimize sık sık salât ü selâmlar getirildi. O’nun şefaatini ümit edip, ümmetinden olma şuuru tazelendi. Süleyman Çelebi tarafından 1409 yılında yazılan Mevlid-I serif okundu. Sıkca ‘Estağfirullah’ tesbih edildi. Tövbe edildi, istiğfarda bulunuldu…
Sonra kendimle başbaşa kaldım. Geçtiğimiz ay Den Haag’da bir grup Mesnevi okuru için hazırladığım sohbet aklıma düştü. Piri Türkistan Hoca Ahmed Yesevi’nin Şanlı Peygamberimize olan sevgi ve saygısını tekrar düşündüm. Aklımdan hiç çıkmayacak iki olay vardı. Bunlardan ilki, Peygamberimizin Arslan Baba’yı, yere düşen hurmayı Ümmetinden Ahmed’e ulaştırması için görevlendirmesidir. Divan-ı Hikmet’te bu hadise şöyle anlatılır:
“Yedi yaşta Arslan Bab’a selam verdim
Hak Mustafa emanetini lutfedin, dedim
Hem o vakit bin bir zikrini tamam ettim
Nefsim ölüp lâ- mekâna yükseldim işte“.
Bir diğer vakıa da, bir çoğumuzun hatırlacağı gibi, Piri Türkistan Hoca Ahmed Yesevi’nin 63 Yaşında Çilehaneye girişidir. Piri Türkistan: ‘Ey gönül dostları, Allahü teâlânın en sevgili kulu olan Peygamberimiz Muhammed Mustafa hazretleri 63 yaşında bu dünyâdan ayrıldı. Ben de şimdi 63 yaşındayım. Artık şu gördüğünüz çilehâneye çekilecek, ömrümün kalan günlerini bu hücrede tamamlayacağım…’ der ve Divan-ı Hikmet’te şöyle devam eder:
‘Eya dostlar, kulak verin dediğime,
Ne sebepten altmış üçte girdim yere?
Mirâç üstünde Hak Mustafa ruhumu gördü,
O sebepten altmış üçte girdim yere’.
Evet. Dostlarım. Biz böyle bir Medeniyetin mirascılarıyız. Aşk Medeniyetinin çocuklarıyız. Ölüm bizim için diriliştir. Bütün bu saldırılar, bize Medeniyetimizin kurucularını ve aktarıcalarını daha iyi bilmeyi, anlamayı, özümsemeyi ve günümüz şartlarında Medeniyetimizin değerlerini aktüelleştirmeyi öğretecektir. Milletimizin başı tekrar sağ olsun.
Veyis GÜNGÖR
12 Aralık 2016