Yarım yüzyılı dolduran göçmenlik tarihimiz ve dört yüz yılı aşan Hollanda Türkiye diplomik ilişkilerimiz, geçtiğimiz hafta bir krize şahitlik etti. Krizin ortaya çıkışı, Türk Dışişleri Bakanı Sayın Mevlüt Çavuşoğlu’nun uçağına iniş izni verilmemesiyle başladı. Aynı gün, kara yoluyla Rotterdam’a gelen Aile ve Sosyal İşler Bakanı Dr. Fatma Betül Sayan Kaya’nın, konsolosluğa giriş ve konuşma yasağıyla ile devam etti. İlerleyen günlerde yaşanan krizin, sadece diplomatik bir kriz olmadığı görüldü. Yaşanan krizin –uluslararası- hukuki ve elbette sosyal boyutlarının da olduğu anlaşıldı. Şimdilik üç boyutlu olan bu krizin, ekonomik ve diğer alanlarda da yaşanmamasını ümit ederiz.
Şimdi üç boyutlu krize bir göz atalım.
Hollanda Türkiye diplomatik ilişkileri ve son 11 mart krizi
Bilindiği üzere, Hollanda Türkiye diplomatik ilişkileri, 1612 yılında Cornelis Haga’nın önce Aziz Mahmud Hüdayi Efendi’yi ziyareti ve devamla Saray’da huzura Büyükelçi olarak kabul etmesiyle başlar. Beş yıl önce diplomatik ilişkilerin 400. yıldönünümü büyük bir coşkuyla kutladık. İki ülke arasıdaki dostluklar, yardımlar, ilişkiler öne çıkarıldı. Hollanda’da ve Türkiye’de bu çerçevede onlarca faaliyet organize edildi.
2012 yılındaki kutlamalar çerçevesinde, Hollanda genelinde 33 faaliyet tertip eden UETD’nin Hollanda Başkanı olarak şahsım, gerek hazırlık gerekse faaliyetler esnasında yeni ve heyecan uyandıran bir çok şey öğrendiğimi itiraf etmem gerekir. Örneğin; ilk Büyükelçi Cornelis Haga`nın İstanbul macerasını ve bu esnada beş parasız kalınca mihmandarı Kayserili Halil Paşa`dan borç 3000 florin borç aldığını, padişahtan randevu alamamaktan dolayı ümitsizliğe düştüğü bir anda Halil Paşa tarafından Üsküdar’daki Aziz Mahmud Hüdayi efendiyle tanıştırıldığını ve bunun akabinde de bir kaç gün içinde (1 Mayıs 1612) Padişahın huzuruna çağrıldığını… Ki bu heyecan verici bilgilerin 2011 yılında bilinmediğini konuşmalarımda belirttim.
Gelelim son elli yıllık Hollanda-Türkiye kapsamlı ilişkilerine. 1964 yılından itibaren Hollanda’ya gelen Türk işçi göçü, iki ülke arasındaki tarihsel ilişkilere farklı bir anlam katmıştır. 1995 yılında Alanya’da yaşanan münferit çirkin olayı saymazsak, Hollanda Türkiye ilişkilerinde çok ciddi bir krize rastlanmamaktadır. Ancak, 11 Mart tarihinde öğleden sonra, akşam ve gece Rotterdam’da yaşananlar, talihsiz olaylar olarak hafızalarda kalacak ve tarihe geçecektir.
Bilindiği gibi, 11 Mart Cumartesi günü Türk Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu’nun uçağına iniş yasağı konuldu. Aynı akşam Rotterdam Belediye Başkanı Ahmet Aboutaleb, Aile ve Sosyal İşler Bakanı Dr. Fatma Betül Sayan Kaya’nın konsolosluk binasına girmesini önlemek üzere, olağanüstü hal ilan etti. Aynı saatlerde Bakan Kaya ‘istenmeyen yabancı’ ilan edilerek, ülkeyi terketmesi istendi. Bakan Kaya, Hollanda polisinin zor kullanımıyla Rotterdam’dan sınıra götürüldü. Aynı akşam iki Türk diplomat, Rotterdam polis bürosuna götürülerek iki saat göz altında tutuldu. Bütün bu olaylar, Hollanda hükümetinin, Türk Bakanlarının, 16 Nisan’da Türkiye’de yapılacak halk oylamasıyla ilgili görüşlerini Hollandalı Türkler’e anlatmalarını istememesinden dolayı yaşanıyordu.
Bu nasıl bir gerekçeydi? Nasıl izah edilebilirdi? Bu resmen bir diplomatik krizdi…
Kraldan çok kralçı Ahmet Aboutaleb
Hollanda Türkiye diplomatik krizinin önemli bir bölümünü, hiç şüphesiz Fas kökenli Rotterdam Belediye Başkanı Ahmet Aboutaleb oluşturdu. Aboutaleb, çok kültürlü bir kentin atanmış Belediye Başkanı olarak çok daha dikkatli hareket etmesi beklenirken, adeta benzine ateşle gider gibi bir davranış sergiledi. Yasaların kendisine tanıdığı hak ve yetkiyle adeta ‘Kraldan çok Kralcı’ kesildi. Yetkisini o kadar abarttı ki, savaş esnasında devereye giren özel timleri Amsterdam’dan çağıran Rotterdam Belediye Başkanı, olaylardan üç gün sonra bir televizyon programında ‘özel timlere vur emri’ verdiğini söylüyordu. Bunun anlamı ortalığı germekten başka ne olabilirdi?
Uluslararası hukukun ihlali
Olayların soğumasından sonra yepyeni yorumlar da gelmeye başlıyordu. Hem de Hollandalı uzman ve bilim adamlarından. Onlara göre: Hollanda’nın Türk Dışişleri Bakanının uçağına iniş yasagı koyması, Türk Bakanına konuşma izni vermemesi yanlıştır hatta uluslararası hukuka aykırıdır. Hollanda her iki konuda da suç işlemiştir. Artık Hollanda’nın fikir özgürlüğü konusunda susması gerekir. Türk hükümeti bu konuda haklıdır. Zira Hollanda 1961 Viyana uluslararası diplomatik antlaşmasına göre, Türk Bakanlara karşı suç işlemiştir.
Türkiye olayı uluslararası mahkemeye taşırsa, hakim Türkiye’nin haklılığına karar verecektir. Zira Hollanda siyasilerinin, ‘Erdoğan konumunu güçlendirmek istiyor’ bahanesiyle hukuksuzluk dışına çıkmaları, anti demokratik metodlara başvurmaları onları asla haklı çıkarmaz. (Bu satırlar Geert-Jan Alexander Knoops ve Tom Zwart’a aittir.)
Sosyal kriz ve Hollanda Türk toplumu
Yaşanan diplomatik krizin dalga dalga yayılması kaçınılmazdı. Nitekim, olayların başladığı saatlerden itibaren Hollanda Türkleri kendilerini krizin içinde buldular. Türk Bakanı’na yapılan gayri insani uygulamayı televizyon ve sosyal medyadan seyreden Türkler, akın akın Rotterdam’a geldiler. Gecenin ilerleyen saatlerinde hiçte arzu edilmeyen olaylar yaşandı. Vatandaşlarımızdan göz altına alınanlar da oldu. Ertesi akşam, Amsterdam’da küçük ölçekli gösteriler yapıldı. Ortam son derece gerginleşti. Hafta başında Sosyal İşler Bakanı Lodewijk Asscher, bazı Türk kuruluşlarını davet ederek bir görüşme gerçekleştirdi. Bazı STK’lar yaptıkları açıklamalarla, insanları ve siyasileri sağ duyuya davet ettiler. İki ülke arasıdaki dört yüz yıllık dostluğa dikkat çektiler.
Velhasıl, iki haftadır Hollanda’da adını ‘Türkiye Krizi’ koydukları olağanüstü, oldukça kırılgan ve bir o kadar da tahriklere müsait bir süreç yaşanıyor. Bir kısım Hollanda ve Türk medyasının olayları çarpıttığı gözlemlenirken, bu işten meded uman bazı provakatörlerin de iş başında olduğu aşikardır. Tüm sorumluların çok hassas ve dikkatli olmaları kaçınılmazdır. Asla, aklıselim ve itidalı elden bırakmamalıyız…
Veyis Güngör
24 Mart 2017