Avrupa Birliği projesi, Batı’nın hatta insanlığın derin tecrübelerinden faydalanılarak ortaya konulan bir projeydi. Proje, büyük ve uzun süren savaşlar ve çatışmalardan sonra ortaya çıkmıştı. Hatırlanacağı üzere, ‘Birleşik Avrupa Devletleri’ kavramı ilk kez 1930 yılında Winston Churchill tarafından yazılan bir makalede ifade edilmişti. Churchill on yıl sonra yani 1940 yılında Birleşik Krallık ve Fransa Cumhuriyeti’ni birleştirme fikrini ortaya attı. Ve ‘İngiliz-Fransız super devletini’ önererek tek parlemanto, tek vatandaşlık ve tek para birimini teklif etti. Ancak bu teklif kabul görmedi…
Aradan geçen on, oniki yıl sonra yani 1950-1952 yıllarında Fransa ve Almanya’nın öncülüğünde Avrupa Birliği oluşmaya başladı. Birliğin ana hedefleri kısaca şöyleydi:
– Avrupa Kıtasında sürdürülebilir bir barışın tesisi,
– Yüksek yaşam standartları ve tam istihdamın sağlanmasını temin etmek üzere “Ekonomik Entegrasyon”un gerçekleştirilmesi,
– Siyasi bütünleşmenin sağlanması.
Avrupa Birliği yıllar içinde gelişmeye ve genişlemeye hızla devam etti. Genişleme sürecinde, Avrupa Konseyi özellikle Doğu Avrupa ülkelerinin Birliğe alınmasında ‘Kopenhag Kriterleri’ni geliştirdi. Birliğe üye olacak aday ülkelerin bu kriterlere uyması gerekiyordu. Bu kriterler şöyleydi: aday ülkelerde ‘İstikrarlı ve kurumsallaşmış bir demokrasinin var olması, İnsan haklarına saygı, Pazar ekonomisini çalıştırıyor durumda olması, Hukuk devleti ve hukukun üstünlüğü, Azınlıkların korunması’.
Oysa, Avrupa’da ve dünyada sürdürülebilir bir barışın sağlanması, ekonomik, siyasi entegrasyonun teşekkül ettirilmesi gayesiyle oluşturulan Avrupa Birliği projesi bugün farklı sorunlarla karşı karşıya. Bunlardan bazıları, ‘Birliğin Türkiye’nin üyeliği konusundaki çifte standart tutumu’, ‘Avrupa’ya yönelen mülteci göçü ve krizi, Avrupa’da yükselen sağ ve popülizm’, ‘Brexit başta olmak üzere, özellikle Macron ve Merkel’in Macaristan, Polanya gibi ülkelerle kavgaları’…
Birliğin, Türkiye’nin üyelik sürecinde takındığı tavır, yayınlanan raporlar ve bazı Avrupa liderlerinin pervasızca yaptıkları açıklamalar, ne yazıkki, akli selim herkezin kafasında, ‘Türkiye’ye çifte standart uygulandığı’ fikrini oluşturmuştur. Hele hele 15 Temmuz kanlı darbesinden sonra bazı Avrupa ülkelerinin tavrı ya da tavırsızlığı hatta 15 Temmuz bir oyundur ifadeleri ilişkileri daha da çıkmaza sürüklemiştir.
Avrupa Birliği ülkeleri ne yazıkki, mülteci akımı krizi konusunda sınıfta kalmıştır. Mülteciler karşı tutum, istememezlik, yer yer insanlık dışı muamele Avrupa Birliği değerlerine ters düşmüştür. İnsan hakları, azınlık hakları ayaklar altına alınmıştır. Göç, Avrupa ülkelerindeki bazı siyasi partiler tarafından seçim malzemesi olarak kullanılmıştır. Avusturya, Hollanda, Almanya ve Fransa’da yapılan seçimlerde sağ, ırkçı ve polülist partiler oylarını arttırmışlardır. Seçimlerde yürekleri ağızlara getirmişlerdir. Bu partiler sadece göçmenlere, müslümanlara karşı olmakla yetinmiyorlar, bu partiler aynı zaman da Avrupa Birliği’nin gereksizliğine inanmaktalar.
İngiltere’nin Avrupa Birliği’nden ayrılmasına bazı İngiliz tarihçiler gibi Avrupa’nın yeni liderleri Macron ve Merkel’de oldukça üzüldüler. Avrupa Birliği fikir babası Winston Churchill’in torunlarının bir gün AB’den ayrılacağını kim hesap edebilirdi? Ama oldu işte. Geri dönülmez bir yola girildi. Bu yol Birlik için sancılı bir yol olacak gibi. Diğer taraftan, Macaristan ve Polanya ile Macron ve Merkel arasındaki çekişme de Avrupa Birliği’nin sancıları arasında yer alıyor.
Bütün bu ve benzeri sorunlar, insanın aklına ister istemez, Avrupa Birliği artık sallanıyor mu? sorusunu getiriyor. Avrupa ülkelerinde yaşayan bizler, Birliğin karşı karşıya olduğu sorunları iyi analiz ederek, çözümü yolunda yeni fikirler üretmeliyiz. Sıklıkla ifade ettiğimiz gibi ‘sorumluluk almalıyız yani hissetmeliyiz’.
Veyis Güngör
HABER Gazetesi Ekim 2017