İsveçli genç düşünür Ann Heberlein’in, ‘Hannah Arendt. Aşk ve Kötülük’ kitabı bu hafta Hollandaca olarak yayınlandı. Ann Heberlein Alman-Amerika düşünürü Hannah Arendt’ın yaşadıklarını kısmen kendisinin de yaşadıǧını ve 600 sayfalık bir kitap yazdıǧını söylüyor. Kitapta başta, ‘kötülük, suç ve utanma, affetme’ gibi kavramlara yer verilirken, filozof Hannah Arendt’ın da biyografisi ele alınıyor. Siyaset felsefecisi Hannah Arendt, genç düşünürlere adeta bir rol model olarak sunuluyor.
Aynı zamanda, 19 yaşında yaşadıǧı çok kötü bir tecrübe üzerine, ‘Ölmek istemiyorum, sadece yaşamak istemiyorum’ (Jag vill inte dö, jag vill bara inte leva) adlı kitabın yazarı olan İsveçli düşünür Ann Heberlein ile Trouw gazetesinden Florentijn van Rootselaar bir söyleşi yapmış. ‘Zor zamanları yaşamak için illa Hannah Arendt gibi, İkinci Dünya Savaşı sırasında Fransa’daki Gurs kampında olmanız gerekmiyor’ diyen İsveçli filozof ve yazar Ann Heberlein, artık bir Hannah Arendt uzmanı sayılabilir.
Genç filozof ve yazar Ann Heberlein’in kitapta ele aldıǧı acı tecrübeyle mücadelesi ve diǧer konular ve deǧerler üzerine düşüncelerine geçmeden önce, kısaca hem Ann Heberlein hem de Hannah Arendt hakkına bilgi sahibi olalım.
İsveçli yazar, teolog ve ahlak bilimci Ann Heberlein (54), İsveç’te yapılan kamuoyu tartışmalarında yer almaktadır. Heberlein’in 10’dan fazla yayınlanan kitaplarında; depresyon, ahlaki sorumluluk, intikam, çok kültürlülük gibi kavramlar işlenmektedir. Ann Heberlein, ilk olarak Hannah Arendt’in biyografisini yazmıştır. Uzun yıllar Lund Üniversitesi’nde araştırmacı ve öǧretim görevlisi olarak çalışan Heberlein, üniversitedeki bu görevini bırakıp, Merkez Saǧ ve Liberal Konservatif Parti’nin, Moderaterna kuruluşunda çalışmaktadır. Ann Heberlein Malmö’de yaşamaktadır.
Düşünen kadın olarak da bilinen Alman-Amerikan Yahudi siyaset felsefecisi Hannah Arendt, 1906 yılında Hannover’de doǧar. 18 yaşında Martin Heidegger’dan felsefe dersi alır. 22 yaşında Heidelberg’de Karl Jaspers’in yanında doktorasını verir. Marten Heidegger ile olaǧanüstü bir aşk yaşar O büyük filozof Heidegger, aşkın şiddetinden Hannah’ın karşısında diz bile çöker. Hitler’in iktidara gelmesiyle Fransa’ya kaçan Hannah Arendt, Alman şair ve felsefeci Heinrich Blücher ile evlenir. Birlikte Amerika’ya yerleşirler. California, Chicago, Colombia, Northwestern, Cornell üniversitelerinde ders veren Hannah Arendt, 1975 yılında New York’da vefat eder. Siyaset bilimci/felsefecisi olarak literatüre giren Hannah Arendt, yayınladıǧı onlarca kitabında, “totalitarizm, devrim, özgürlük, siyasal düşünce, iktidar ve kötülük” gibi kavramları incelemiştir.
İsveçli yazar Ann Heberlein ise, öncelikle kendi düşüncesindeki ‘kötülük’ kavramının anlamlandırmasında, Hannah Arendt yaklaşımının yardımcı olduǧunu, ayrıca şahsi tecrübesinin de rol oynadıǧını belirtiyor. Bir Hıristiyan olarak kötülük karşısında her zaman ‘İsa ne yapardı?, Hannah ne yapardı?’ sorularını sorduǧunu söyleyen Ann Heberlein, affetmenin her zaman, eline imkan geçse de mümkün olmadıǧının altını çiziyor. Kötülük kavramının sadece bir entellektüel tartışma meselesi olmadıǧını, insanın bedenini de içine aldıǧını, 19 yaşında yaşadıǧı taciz olayıyla, bizzat tecrübe edindiğini söylüyor Ann Heberlein. Taciz olayından sonra, insanın insanlıktan çıktıǧına dikkat çeken Heberlein, 2008 yılında ‘Ölmek istemiyorum, sadece yaşamak istemiyorum’ kitabını yayınlar.Bu kitapta, geçirdiǧi depresyon, korkularıyla mücadelesi, bu konular üzerine filozoflarla yaptıǧı hayali söyleşiler, ‘yaşama devam edeyim mi? Sonlandırayım mı? yaşamın anlamı nedir?’ gibi, herkesin hayatına bir kez dahi olsa sorduǧu felsefi sorulara cevaplar veriliyor.
Ann Heberlein’e göre, Hannah Arendt aynı soruları, İkinci Dünya Savaşı sırasında Fransa’daki Gurs kampında kendi kendine sormaktadır. ‘Kamp pislik içindedir. Her tarafta fareler cirit atmaktadır. Kamptan çıkıp çıkmayacaǧı belli deǧildir. İntihar, bireysel bir çözüm olabilir. Ancak bu durum bireysel bir olay deǧildir. Antisemitizm kollektif bir sorundur’ diyen Hannah Arendt, bu şartlarda felsefe yoluyla olayları kontrol altına almayı denemiştir.
Naziler’in Yahudiler ve diǧer insanlara
yaptıkları kötülüklerin affedilip affedilmeyeceǧi hususunda Hannah Arendt şöyle
diyor: ‘Öyle şeyler vardır ki, affedilmez.
İstesen de affedemezsin. Ancak affetmek, bir diğer şeye başlangıç oluşturmaktır.
Yani yeniden doǧmaktır. Suç düzeltilemez, geri alınamaz, bu işin sonu da
olmaz”.
Bunun için Hannah Arendt’a göre intikam almak yerine baǧışlama tercih edilmeli.
Ann Heberlein’e göre, affetmek veya cezalandırmak kesinlikle duygusal bir süreçtir ama aynı zamanda da ahlakidir. ‘Rasyonel ve duygusal kararlar arasında kaybolmak yerine, şahsi kararlar ile dünyamız için alınacak sorumluluklarda kayıtsız kalmaya asla yer olmamalı’ diyen Heberlein, dünya ne kadar karmaşık olsa da, sevmeye devam etmemiz gerektiǧini belirtiyor. Hannah Arendt’an alınacak ders, dünyada gidişat ne kadar kötü olsa da, dünyayı iyileştirmemiz gerekir. Bu bir sorumluluk meselesi olup, iyilik yapmak görevimiz olmalı.
‘Hannah Arendt, güncel sorunlarla, örneǧin iklim deǧişikliǧi ile ilgilenen gençlere, düşünürlere bir rol model olabilir mi’ sorusuna, Ann Heberlein şu cevabı veriyor: “Hannah Arendt, zorlukları aşmamızda sadece fikirleriyle deǧil, yaptıǧı mücadeleyle de rol model olabilecek, yardımcı olacak sayısı az olan genç bir kızdır. Antisemitizm ve Nazi Almanyasıyla karşı karşıya kalmıştır. Kaçmış ve göz altına alınmıştır. Kampta yaşayacaklarını veya öleceǧini bilmemektedir. Ama hiç bir sürette pes etmemiştir. İşte ondan öǧreneceǧimiz budur.”
‘Hannah Arendt rol model diyorsunuz ama, Martin Heidegger ile olan
ilişkisine ne diyeceksiniz?’ sorusuna,
Ann Heberlein şu yorumu yapıyor: “Hannah Arendt entellektüel bir bayandı.
Ancak aşk ilişkilerinde duygusal davranmıştır. Genç bir öǧrenci olarak büyük
filozof Heidegger ile ilişkisi olmuştur. Kaldı ki, Heidegger sonraları
antisemit ve nasyonal sosyalistlerin tarafını seçmiştir. Hannah bu konuda
kendisiyle çok ciddi hesaplaşmıştır. Buna rağmen Heidegger ile görüşmeye devam etmiştir.
Özel bir bağı vardı, onu kaybetmek istemiyordu.”
Avrupa’nın genç yazarları ve filozofları, geçen yüzyılda Hannah Arendt ve
çağdaşlarının tartıştığı ‘aşk’, ‘kötülük’, ‘suç’, ‘utanma’, ‘affetme’,
‘sorumluluk’ gibi kavramları ele almaya devam ediyorlar. Kendilerine göre,
bir ontoloji yakalamaya çalışıyorlar. Yaşamı anlamlandırmaya gayret ediyorlar.
Tarih boyunca, bir çok insanın aklından geçirdiği ve bazılarının sorma
cesaretini gösterdiği ‘yaşamın anlamı nedir’, ‘hayatı yaşamaya
değer kılan nedir‘ gibi sorular sorulmaya devam ediliyor.
Veyis Güngör
10 Eylül 2020