Hepimizin her geçen gün daha fazla tecrübe edindiği üzere, aylardır fiziken biraraya gelip sohbet edemiyoruz. Gönüllü kuruluşlar olarak seminer, konferans, söyleşi gibi toplu katılımın olduğu faaliyetler yapamıyoruz. Dostlarımızla, daha çok sosyal medya üzerinden ve telefon ile görüşmekteyiz. WhatsApp sohbet gruplarında gönderilen günlük paylaşımlar ilişkilerimizin yeni şekli oldu. Yakın temas kurmadan, mimiklerini, yüz hatlarını görmeden iletişim ne kadar sürecek bilemiyoruz. Ne var ki, insan dostlarını yakından görmek, konuşmak, sohbet etmek istiyor…
Geçen
hafta içinde, uzun zamandır görüşmediğim bir dostumu telefonla aradım. Sağlık
ve sıhhatini, hal ve hatırını sual ettim. Nelerle uğraştığını, ne gibi planları
olduğunu sordum. Sağlık durumunun iyi olduğunu söyledi. Evden çalıştığını
belirtti.
‘Başka neler yapıyorsun?’ diye devam
ettim. “Valla reis, canım hiç bir yapmak
istemiyor. Yapılacak o kadar çok iş olmasına rağmen, elim kaleme varmıyor. Bir
istememezlik aldı başını gidiyor. Ne yaparsan yap bir kulp buluyorlar. İster
istemez insanin canı sıkılıyor” cevabını verdi.
Anlamıştım, dostum, nankörlükten, kadir ve kıymet bilmezlikten bahsediyordu. Yapılan onca iş ve verilen uğraşa rağmen ortalarda dolaşan hased ve husumete vurgu yapıyordu.
Oysa değerli dostum, Hollanda’ya geldiği tarihten itibaren eğitim, siyaset ve sivil toplum meselelerinde aktif bir insandı. On yıllarca ülkeyi yöneten Hıristiyan Demokrat Parti CDA’da politika yapmış ve toplumumuzun çıkarlarını savunmuştu. Eğitimciydi. Bir çok eğitim projelerinde görev almıştı. Aynı zamanda yazardı. Aylık köşe yazılarında Hollanda gündemini yorumlardı. Yayınlanmış kitapları da var. Sivil toplum kuruluşlarında yöneticilik yapmış, yüzlerce faaliyete imza atmıştı.
İşte böyle çok yönlü bir kişinin eli kaleme varmıyordu. Bir iştahsızlığa ve bıtkınlığa düşmüştü.
Telefon
görüşmemizden sonra uzun uzun düşündüm.
Doğrudur, Hollanda Türk toplumunun önemli bir kesiminin, vurdumduymazlığı
vardı. Bir çok kişi yüzüne gülüyor, dost görünüyor ama köşeyi dönünce
arkamızdan konuşuyordu. Her hangi bir mecliste hakkınızda yalan yanlış
konuşmalar yapıldığında, bazı dost bildiklerinizin gıkı bile çıkmıyordu. Yapılan
haksızlıklar karşısında, ‘bana dokunmayan yılan bin yaşasın’ mantığında olanların sayısı
fazlaydı. Hatta kendilerine ulaşan yalan bir haberin, doğru olup olmadığına
bakmadan, biraz da haz duyarak, başkalarına göndererek yayanlar olduğu da bir
gerçekti. Buna benzer daha neler, neler…
Bütün bunlar ne yazık ki doğru. Hatta daha fazlası da var. Peki bu gerçekler bir yılgınlığa sebep olabilir mi? Yani nankörlükten kaçma adına insana hizmet etme nöbetini bırakma duygularına kapılmaya sebep olabilir mi? Bizi, bir can istemezliğine gark edebilir mi?
Cevabımız: kesinlikle HAYIR.
Değerli
düşünürümüz Said Başer bu konuda yaptığı bir yorumda gönüllerimize su serpiyor
adeta. Başer diyor ki: “…ancak hayır ve hizmet hâlinde iken, kendilerine
hizmet edilen çiğ insanlar, bize, hükmedilecek köle veyâ tapusu çıkartılacak
eşyâ muâmelesi yapmaktan geri durmazlar. Bu da pek eski bir kural! Eğer o süflî
emeller adına sâhiplenilmeye direnecek olursanız da, bu sefer hased ve
husûmetlerine muhâtap olursunuz. Hz. Yusuf’un arkadan yırtılan gömleği tipik
sembollerdendir. Böyle bir noktada akla gelmez suçlama veya iftirâlara mâruz
kalınmasının sayısız örneği var”.
Bu bir eski kural iken, ya yukarıda tarif ettiğim dostum gibi, insanlığa
faydalı işler yapmaya niyet edenlerin hali nasıl olacak? Hayal kırıklığı,
üzüntü, can istemezliği…
Said Başer yorumunun devamında şöyle diyor: “Kesreti vahdet yapmanın en müşkil yeri işte burası. Yusuf Has Hâcib’in “çiğ gönül” dediği haldekilerin, pişme süreçlerinden geçerken uğradıkları duraklardan bir durak burası. Eğer “pişme süreci”nden taşra çıkılmaz, yoldan çıkmamak ısrarıyla devam edilirse o durak geride bırakılabilir.”
Evet, mesaj çok açık ve net. İnsanlığa iyilik yapmak sürecinde karşımıza çıkan engeller ya da başımıza gelenler, ruhumuzun terbiyesi, olgunlaşması için fırsatlardır. Dolayısıyla çiğ gönüllülerdeki tahakküm tehdidini görmemek gerekir. Said Başer hocanın ifadesiyle ‘Hikmet ve Tevhid’e ulaşma çabamızı terk etmemek’ gerekiyor.
Veyis
Güngör
18 Ekim 2020