Geçen hafta yayımlanan “Mültecilerin gücü, iktidarı, başbakanı ve parti liderlerini devirdi” başlıklı yorumumda, Hollanda’da IV Rutte hükümetinin düştüğüne değinmiştim. Hükümetin düşmesine sebep olan mültecilerin görünmeyen gücüne dikkat çekmiş ve ülkelerin yakın geleceklerini göç ve mülteci politikalarının yönlendireceğine dikkat çekmiştim. Öngörümde yanılmadığımı son bir hafta içinde, Hollanda siyasetinde yaşanan gelişmeler ortaya açıkça koydu: Yeni kuşak siyasetçiler iş başına.
Mülteciler politikası sadece hükümeti düşürmekle kalmadı, hükümet ortaklarından üç parti liderinin de değişimini beraberinde getirdi. Değişim, iktidar partilerinin liderlerinin değişimiyle de sınırlı kalmadı. Muhalefet partilerinin liderlerinde de değişim yaşanıyor. Hemen hemen, her ana akım siyasi partinin içi kaynıyor.
Hükümetin düşmesini takip eden günlerde, ilk önce Başbakan Mark Rutte, Kasım ayında yapılacak genel seçimlerde aday olmayacağını ilan etti. Rutte’nin bu kararı siyasi gündemde çok tartışıldı. Rutte’den sonra, hükümetin ortağı CDA partisi lideri ve Dışişleri Bakanı Wopke Hoekstra da, aday olmayacağını duyurdu. Ardından, hükümet ortağı olan D66 partisi lideri ve Maliye Bakanı Sigrid Kaag da, aday olmayacağını duyurdu.
Sigrid Kaag’ın da siyasetten ayrılması, Başbakan Rutte gibi, kamuoyunda büyük tartışmalara neden oldu. Zira Kaag’ın siyaseti bırakmasına, kadın olmasından dolayı ve ailesi üzerinden aldığı tehditler ve tacizler neden oldu.
İlginçtir, yapılan araştırmalara göre, Hollanda siyasetinde yer alan kadınlara ses tonları, dini inançları, ten renkleri ve bedenleri konu edilerek dijital yolla nefret içeren saldırılar yapılmakta. Sigrid Kaag da benzer saldırıların kurbanı oldu ve siyasete veda etti.
Böylece, liberal parti VVD lideri ve Başbakan Mark Rutte, sol liberal parti D66 lideri ve Maliye Bakanı Sigrid Kaag ve Hristiyan Demokrat parti CDA lideri ve Dışişleri Bakanı Wopke Hoekstra, yeni dönemde siyasette olmayacaklar. Bu değişim, Hollanda siyasi tarihi açısından önemli bir dönüm noktasıdır.
Hükümetin dördüncü ortağı Hıristiyan Birlik Partisi CU ise, seçimlere Mirjam Bikker liderliğinde girecek. CU partisi, tarihinde ilk kez bir kadın liderle seçimlere girerken, ırkçı partiler PVV ve FvD ile asla bir koalisyonda yer almayacakları ilan edildi. Genç kadın Mirjam Bikker, parti liderliğini altı ay önce, Gert-Jan Segers’den devralmıştı.
İktidar partilerinde böyle radikal değişimler yaşanırken, muhalefet partilerinde de benzer değişiklikler yaşanmaktadır. En can alıcı ve önemli değişim, uzun zamandır seçimlere birlikte girmek için tartışan ve müzakereler yapan Yeşil Sol Partisi ve İşçi Partisi PvdA, artık seçimlere birlikte girme kararı almaları oldu. Muhalefette değişim, elbette iki partinin seçimlerde birlikte hareket etmesiyle sınırlı kalmadı, liderler de değişimden nasibini aldı.
29 yaşında 2015 yılında Yeşil Sol’un grup başkanı olan ve 2017 yılında da, partinin lideri olarak milletvekili seçimlerine giren genç Jesse Klaver, uzun yıllardır beslediği Başbakanlık hevesini, iki sol partinin birleşmesi ve birlikte çalışması idealine feda etti. Sol partilerin tarihinde önemli bir gelişme olan Yeşil Sol ve PvdA ortak çalışma kararı, beraberinde Kasım ayında yapılacak milletvekili seçimlerine yeni bir isim yeni bir liderle katılmayı getirdi. Kamuoyunda yapılan sol parti liderliği tartışmasında, Avrupa Komisyonu üyesi Frans Timmermans’ın adı geçiyor. Timmermans da adaylığını açıkladı bile…
Ancak, Timmermans’ın olağanüstü siyasi tecrübeye sahip olmasına rağmen, diğer siyasi parti lideri adaylarına göre daha yaşlı olduğu yorumu yapılmakta. Timmermans da bu eleştiriye ‘tecrübe’ diye cevap veriyor.
Hollanda siyasetinde yaşanan büyük değişimin gözdesi, hiç şüphesiz gençler. Hemen hemen tüm siyasi partiler genç liderlerle milletvekili seçimlerine girecekler. Ne ilginçtir ki, mülteciler politikasında anlaşamayan Hollanda hükümetinin düşmesi, beraberinde siyasette gençleşmeyi yani büyük siyasi değişimi beraberinde getirdi. Yeni kuşak siyasiler artık iş başına.
Siyaset acımasız bir meslek…
Veyis Güngör
21 Temmuz 2023