Geçtiğimiz hafta, ‘düşünme, anlama ve yeni bir vizyon geliştirme’ başlıklı yoruma bu hafta da devam edeceğiz. Hatırlanacağı üzere konuyla ilgili, geçen hafta kısaca şu ifadeleri kullanmıştım: “Avrupalı Türklerin gelecek perspektifi; elli yıllık bir göç tarihinin değerlendirilmesi, Avrupa ülkelerinin kültür tarihlerinin bilinmesi, kendi kültür ve medineyet mirasımızın bilinip, aktüelleştirilmesi ve AB-Türkiye tarihsel ilişkilerinin iyi okunması ile oluşmalıdır”.
Yazının yayına girmesiyle birlikte eline ve kalemine sağlık ifadeleri geldi. Bunun yanısıra, Amsterdam Noord’da otuz yılı aşkın bir süredir eğitim, kültür, dini faaliyetler yapan bir kurum sorumlusundan da şöyle bir mesaj geldi: ‘s.a. bu konuyu 18 yaş üzerindeki gençlere kurumumuzda üç dört haftalık bir ders halinde verebilir misiniz?, yanıtınızı bekliyoruz’. Masajı okudum. Bu konulara kafa yoracak kaç genç var ki? Bu bir fikir çilesidir. Herkez talip olabilir mi? diye düşünürken, aynı kişiden bir mesaj daha geldi: ‘müsaitseniz arayabilir miyim?’. Buyrun dedim, evet müsaitim. Konuştuk. Beni dört derslik bir çalıştay yapmaya ikna etti. Bunun üzerine, tartışılması gerektiğine inandığım ve yeni bir vizyon için en temel sütünlar olarak düşündüğüm aşağıdaki başlıklar ortaya çıktı. Gelin birlikte bu sütünlara kısaca bir göz atalım.
Göç tarihi ve bir gelecek perspektifi
Avrupalı Türklerin yeni bir vizyon ve gelecek perspektifi oluşturmalarında Avrupa ülkelerindeki göç tarihimiz olmazsa olmazlardandır. Yarım asırlık bir göç serüvenimizi; ne halde ve hangi şartlarda buralara geldik, hangi süreçlerden geçtik, geçiyoruz? Sosyo ekonomik olarak ne haldeyiz? Eğitimde, iş pazarında ne durumdayız? Yeni oluşturduğumuz dünyacıklarımız ve diğerleriyle iletişim, gibi bir çok sorunun cevabını vermemiz gerekmektedir. Cevaplardan sonra gelecekte Hollanda toplumunun neresinde olacağız? Sorusuna da cevaplar aramalıyız. Unutmayalım göç serüveninin aktörleri bizleriz.
Hollanda kültür tarihi, katılımcı toplum, sorumluluk bilinci
Hollanda Türklerinin sosyolojisinde Türklerin daha çok içe kapanık bir yapılanma sergiledikleri söylenir. Genel anlamda doğrudur. İçe dönük bir organizasyonu gerçekleştirmişiz. Birlikte yaşadığımız insanlar ve ikamet ettiğimiz semtin sosyal kurumlarıyla irtibatımız oldukca sınırlıdır. Bu insanların geçmişleriyle, sanat, kültür yani kültür tarihleriyle ilgili ciddi bir bilgi yatırımına gitmemiz gerekiyor. Bu sağlıklı bir iletişim için kaçınılmazdır. Kral Willem Alexander’in bir kaç yıl önce ortaya attığı ‘katılımcı toplum’ fikri bunun için iyi bir fırsattır. Sadece Türk teşekküllerinde değil, yerli kurum ve kuruluşlarda da sorumluklar almamız gerekmektedir.
Kültür ve medeniyet mirasımız: Anadolu irfanı
Bize, günlük yaşantımızda ve içinde yaşadığımız toplumda yaşam sevinci ve kaynağı verecek bir özgüven gerekmektedir. Bu özgüven ancak, bin yıl önce Türkistan topraklarında yeşermiş, Anadolu’da olgunlaşmış, Balkanlarda meyvesini vermiş kültür ve medeniyet mirasımızın yani Anadolu irfanının bilinmesiyle, oluşacaktır. Bu da, farklı kültürlerle sevgi ve saygı içerisinde beraberce yaşama sürecinin öğretilerini en güzel şekilde ortaya koyan Piri Türkistan Hoca Ahmed Yesevi ve onun çizgisinden giden takipçilerinin fikirlerini öğrenmekle mümkündür.
Türkiye–Avrupa Birliği ilişkilerinde Avrupalı Türklerin yeri
Neredeyse bin yıllık Türkiye Avrupa ilişkilerinin, son kırk yılı, Avrupa Birliği ilişkileri olarak şekillenmiştir. İlişkilerin kötüye gitmesi Avrupa’daki altı milyonluk bir Türk topluluğunu olumsuz şekilde etkilemiştir. Buradan hareketle, gelecekte de bu ve benzeri süreçlerin yaşanabileceğini bilerek, Türkiye-Avrupa Birliği ilişkilerinin belkide bir aktörü olamaya aday olabiliriz. Hatırlanacağı üzere, müzakelerde böyle bir madde bulunmamaktadır. Oysa Avrupalı Türkler, resmi diplomasinin dışında, bir çok alanda varlar ve istenirse etkili olabilirler.
Avrupalı Türkler ve küresel aidiyet
Bu maddeyi, merkezi Almanya’da olan Avrupa düzeyinde teşkilatlı bir STK’mızın başkanı hatırlattı. Avrupalı Türkler aynı zamanda Türkiye ile olan ilişkilerinde de bir politika geliştirmelidir. Tecrüberler, Türkiye’nin Avrupalı Türkleri olduğu gibi algılamadığı, çok gerilerden geldiği yönündedir. Ankara’nın algısı sadece ‘Avrupalı Türkler’ kavramının kullanılmasında kalmamalıdır. Bu yönde çok ciddi bir Ankara lobisine ihiyaç bulunmaktadır. Ayrıca, Avrupalı Türklerin soydaş ve akraba topluluklar ve gönül coğrafyasıyla ilişkileri de önemlidir. Zira aidiyet iki ülke ile sınırlı değildir.
Evet, Avrupa Türkleri ve yeni vizyon oluşturmak hususunda düşünmeye devam ediyoruz. Katkıda bulunmak istiyenleri ısrarla bekleriz. Nihayet bu düşünceler yeni vizyon ortaya koymak için bir gayrettir.
Veyis Güngör
9 Ekim 2017