Bu hafta, Hollanda Temsilciler Meclisinde yapılan düşünce özgürlüğü tartışmalarında heyecan dolu ve öfkeli anlar yaşandı. Hollanda’daki Müslümanların Hz. Muhammed’e hakaretin hukuken yasaklanması için başlattıkları kampanyanın gündeme gelmesiyle ipler koptu. Yüz yirmi bin imzalı kampanya tartışması, İşçi Partisi PvdA milletvekili Attje Kuiken, DENK Partisi milletvekili Farid Azarkan ve CDA milletvekili Madaleine van Toorenburg arasında gelişti. Hıristiyan Birlik CU lideri Gert Jan Segers ve liberal Parti VVD’den Dilan Yesilgöz’ün de katıldığı tartışmada yer yer tansiyon yükseldi.
Konuşmalarda, özellikle CDA milletvekili Madaleine van Toorenburg’un sinirlerine hakim olamaması, bağırıp, çağırması hatta hakarete varan ifadeler kullanması dikkat çekti. Mecliste hızını alamayan CDA’lı vekil, aynı akşam bir televizyon tartışma programına konuşmacı olarak katıldı ve kusmak istediklerini orada tamamladı.
Tartışmanın içeriği
elbette ayrı bir konu.
Fransa’da öldürülen öğretmen olayının hemen arkasından böyle bir kampanyanın
başlatılması, kampanyanın zamanlaması, Müslümanların demokratik haklarını
kullanmaları, mutlaka tartışılmalı.
Ancak, Mecliste yapılan tartışmanın kapanışında, Başbakan Rutte’nin yaptığı değerlendirme çok daha dikkat çekici.
Başbakan Rutte, Denk Partisi milletvekili Farid Azarkan’la CDA milletvekili Madeleine van Toprenburg arasında yaşanan ateşli tartışma sonrası, Azarkan’ı kastederek “Sınırlanmayan düşünce özgürlüğü, ilerlemeyi durdurur” dedi. Ancak aynı Başbakan Rutte, hatırlanacağı üzere birkaç hafta önce, Cumhurbaşkanımız Erdoğan’ın ırkçı ve İslam düşmanı Wilders için söyledikleri üzerine, kendisine mikrofon uzatılınca, “Mesajım çok basit; Hollanda’da biz düşünce özgürlüğünü en önemli değer olarak görüyoruz…” demişti.
Buradan anlaşılan mesaj
gayet açık ve net: Rutte’ye göre, Wilders için düşünce özgürlüğü sınırlanamaz,
o her düşündüğünü söyleyebilir. Aynı Rutte’ye göre, Azarkan için düşünce
özgürlüğünün sınırları olmalı. Azarkan, her düşündüğünü ifade etmemeli, aksi
halde ilerlemeyi, gelişmeyi engeller.
Olayı biraz daha açık tarif edersek: Hollandalılar düşündüklerini sınırsız
söyleyebilirler, çünkü düşünce özgürlüğü Batı için önemli bir norm ve
değeridir. Ancak Faslılar, Türkler, Surinamlılar ve diğer topluluklar
akıllarına gelen her şeyi söyleyemezler, ifade edeceklerini söylemeden önce
iyice tartmalılar.
Bu tutum, kelimenin tam anlamıyla çifte standarttır.
Şimdi söylenecek bir çift söz var: Sayın Başbakan
Rutte, hiç kusura bakmayın ama, böyle bir tutum tam bir sömürü kültürü geleneğidir.
İçinde yaşadığımız zamanın ruhuna aykırıdır. On sekiz, on dokuzuncu yüzyıl
değeridir.
Üzülerek hatırlatmak gerekir ki, Hollanda tarihi
bu sömürü örnekleriyle doludur. Bununla gurur duyulamaz. Kaldı ki Hollanda ve
birçok Avrupa ülkesi, tarihlerindeki sömürge ve kölelik dönemleriyle ilgili
muhasebe yapıp, ilgili ülke ve topluluklardan özür dileme gayreti içindeler.
Durum böyleyken, yirmi birinci yüzyılda yaşayan
bir liberal Başbakan olarak sömürgeci ve kölelik kültürünün kalıntılarını
bırakmanızı ve anayasanın birinci maddesinde yer alan eşitlik ilkesini tekrar
hatırlamanızı hassaten arz ederim.
Veyis Güngör
14 Kasım 2020