Uzun zamandır yaşanan Fransa-Türkiye diplomatik krizi, geride bıraktığımız hafta sonu yeni bir boyut kazandı. Cumartesi günü Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ın, Fransa Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron hakkındaki sözleri, bir anda Avrupa gündemine oturdu. Hemen hemen tüm medya organları bu tartışmaya yer verdi. Fransa başta olmak üzere, bazı karar vericiler açıklama yaptılar. Macron ile başlayan gündem, Hollanda’da pek ciddiye alınmayan, İslam düşmanı ve ırkçı Wilders’in, twitter hesabından Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan ile ilgili çirkin paylaşımı ile devam etti.
Tahmin edileceği üzere,
hafta sonu telefonlarımıza ve bilgisayarlarımıza bu iki gelişmeyle ilgili olarak
onlarca paylaşım geldi. Paylaşımlar arasında; Fransa’nın Ankara Büyükelçisi’ni
istişare için geri çekmesi, AB’den Josep Borre’nin sosyal medya hesabından
yaptığı paylaşım, Fransa’nın Afrika’daki soykırımı, Fransa ile Türkiye’nin
Akdeniz, Ortadoğu ve Kafkaslar’da karşı karşıya gelmesi gibi bir çok haber
vardı. Gelen haberler arasında, iki uzun haber dikkat çekti ki, bunlar aslında
Fransız mantalitesini en güzel şekilde izah ediyordu.
Hatta bu iki haberden birisi, 2014 yılında kaleme alınmasına rağmen, adeta
Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın, Macron hakkındaki söylemini doğruluyordu.
Önce, bir çoğumuzun
okuduğu ve sosyal medyada paylaşılan 79 yaşındaki Fransız Sophie Pétronin’den,
Macron’a gelen mektuptaki bir paragrafa değinelim.
Hatırlanacağı üzere, Sophie Pétronin, 4 yıl önce Mali’de kaçırılıp esir alınan
bir Fransız aktivist olup, on gün önce (13 Ekim 2020) özgürlüğüne kavuşmuş ve
Cumhurbaşkanı Macron tarafından Paris’te karşılanmıştı. Fransız aktivist,
özgürlüğüne kavuşunca yaptığı ilk açıklamayla Macron’a ilk tokatı indirmişti.
Aktivist Petronin şöyle diyordu:“Bugün
en büyük mutluluğum ben yokken asistanımın görevi devam ettirmiş olması. Mali
için dua edeceğim, Allah’ın merhameti ve rahmeti için yakaracağım, çünkü
Müslümanım. Siz bana Sophie diyorsunuz ama karşınızda Mariam var”.
Fransız aktivist Mariam
Pétronin, Macron’un İslam ve Müslümanlar hakkındaki tutumuna karşı, hafta sonu
uzun bir mektup yazdı. ‘Sayın Macron’
diye başlayan mektuptan iki paragraf şöyle: “…İnsanlık dışı sömürgeyle, insafsız eğitimlerimizle onların üzerine
gittik ve Müslüman ülkelerin zenginliklerini ele geçirdik. Onların
kalkınabileceği nice projelerimiz olmasına rağmen, baskıyla köle gibi
kullanmaya devam ettik. Aralarında fitneler çıkarıp onlara öldürücü silahlar
sattık ve sonra da onları terörist olarak yaftaladık. Hâlbuki asıl teröristler
bizler idik, onlar değil!…,
…İşte ben, gece-gündüz yılmadan aleyhinde çalıştığınız, amansızca komplo ve
hilelere başvurduğunuz, yaşadığı topraklara binbir bahane ile uluslararası
örgütler ve istihbarat birimleri ile saldırdığınız, Fırat’tan Nil’e sahip
olduğu yurtları viran edip ele geçirmeye çalıştığınız ve sonunda da terörizmin
hamisi olduğunu iddia ettiğiniz İslam dinini kabul ettim…,… Sizi de bu
yücelikler dinine davet ediyorum; işte bu din Âdem’den Nuh’a, İbrahim’den
Musa’ya ve hatta İsa Mesih’e sonunda ise insanların en üstünü Muhammed’e
aktarılan İslam dinidir…”
Birkaç paragrafını burada
vermek istediğim ikinci yazı ise, 2014 yılında yayınlanmış.
Silicon Africa Yayın Yönetmeni Mawuna Koutonin tarafından kaleme alınan uzun
analiz yazısı, ‘Fransa’nın Afrika ile
neredeyse psikopat bir ilişkisi var’ başlığını taşıyor. Yazı, aynı zamanda
Belçika’da ‘De Morgen’
gazetesinde de yayınlanmıştır. Oldukca uzun olan yazı şöyle başlıyor: “Devlet adamı Sékou Touré, 1958 yılında
Gine’de Fransız sömürüsüne son verip ilk Afrika bağımsızlık hareketini
başlatınca, Paris’teki sömürgecileri çok kızdırdı… Üçbin Fransız sömürgeci
ülkeyi terketti. Terkederlerken kendilerine ait olan herşeyi aldılar. Taşınamayacak
okulları, çocuk yuvalarını, halka ait binaları, araçları, kitapları, araştırma
malzemeleri, traktörleri yok ettiler. Atları, inekleri, keçileri öldürdüler.
Bakkallardaki gıda malzemelerini yaktılar veya zehirlediler. Bunda amaç, diğer
Afrika ülkerine göz dağı vermekti. ‘Fransa’ya kim sırtını dönerse akibeti böyle
olur’ demek istiyorlardı. Bu durum karşısında Afrika elitleri korktular.
Kaderlerinin Gine gibi olmasını istemediler.
Sékou Touré’nin sloganı ise şöyleydi: ‘Özgürlüğü ve yoksulluğu, kölelikteki
zenginliğe tercih ediyoruz’…”
Mawuna Koutonin, diğer Afrika ülkelerinden de örnekler verdiği ve sömürünün hâlâ devam ettiğini belirterek, yazısını şöyle özetliyor: “…Fransa’nın Afrika ile ilişkisinde neredeyse psikopat bir şeyler var. Fransa, kölelik dönemlerinden beri, Afrika’yı yağmalamaya ve sömürmeye derinden “bağımlı” oldu. Bir de Fransız seçkinlerinde bu geçmişin ve bu geleneğin ötesinde düşünmek için, tam bir yaratıcılık ve hayal gücü eksikliği var. Fransa, geçmişte sıkışmış, paranoyak ve psikopat “yüksek bürokratlardan” oluşan iki organ tarafından yönetiliyor. Bunlar, Fransa’nın değişmesi halinde çökeceği korkusunu yayıyorlar. İdeolojik referansları ise, hâlâ ondokuzuncu yüzyıl romantizmidir. Burada iki Bakanlık’tan bahsediyoruz, Maliye ve Dışişleri. Bu iki Bakanlık sadece Afrika için değil, aynı zamanda Fransızlar için de tehlike teşkil ediyorlar…”
Evet, ondokuzuncu yüzyıl romantizmi saikleriyle hareket eden bir Fransa nasıl Avrupa’da siyasi liderliğe soyunur? Cumhurbaşkanı Erdoğan, Macron’a ‘git kendine bir baktır’ demekle haksız mı? Niye alınıyorlar ki? Ayrıca bu kafayla; bir taraftan midesine oturmuş ve yer yer hareket eden koskocaman bir Afrika kıtası ve ülkesinde yoksulluk sınırında yaşayan on milyon insanla ne yapacak Fransa? Bunlara cevap arayacağı yerde, ülkesinin kalkınmasında bedeli ödenemeyecek emeği olan Müslümanlarla uğraşıp duruyor…
Son olarak, İslam düşmanı
ve aşırı ırkçı siyasetçi Wilders’in söylediklerini ciddiye alıp, vakit ayırıp,
cevap bile vermek istemiyorum.
Hoş, Cumhurbaşkanımız son anda Wilders’in ağzının payını vermiş oldu.
Veyis Güngör
26 Ekim 2020