Hollanda’da günlerdir yağmur, fırtına ve kasırga göz açtırmıyor. Gündüz de gece gibi karanlık. Güneş yüzüne hasretiz. İşte böyle yağmurlu bir cumartesi günü, yolumuz Hollanda’nın Flevoland bölgesine düştü. Hoorn, Enkhuizen hattından sonra, sağı ve solu su olan ince ve uzun yolu (set) kullanarak Leylstad, Emmeloord ve balıkçı kasabası Urk’ü ziyaret ediyoruz. Eski bir ada olan Urk, bizi ziyadesiyle ürkütüyor.
Urk’te gördüğümüz manzaraya geçmeden önce, Leylstad’ta daha önceden randevu yapmadığım halde karşılaştığım, kadim dostum Recep Can’la yaptığımız sohbete kısaca değinmek istiyorum.
İkinci el kitapların satıldığı rafların ‘savaş’ bölümünde, elinde İkinci Dünya Savaşı’yla ilgili bir kitabı karıştıran bir şahsı görünce, gayri ihtiyari duruyorum. Karşımda, Recep Can hoca.
İkimiz de şaşkın şaşkın bakışıyoruz birkaç saniye…
Sonra merhabalaşma faslı. Etrafımızdaki Hollandalılar şaşırıyorlar bizim bu halimize. Efendim, şehrimize hoş geldin, safalar getirdin, bu ne sürpriz böyle, buyur, gel kahvelerimizi içelim diyerek, restorana geçiyoruz. Bir kahve içimi vakte, öyle güzel konular sıkıştırıyoruz ki, anlatamam.
9’uncu Cumhurbaşkanımız Süleyman Demirel’in çok konuşulan “Dünkü güneşle bugünkü çamaşır kurutulamaz” sözünden girip, Lütfü Bergen’in İslamcıları, Türkçüleri ve Anadolucuları nasıl sert bir üslupla eleştirdiğine kadar uzanan bir sohbet yapıyoruz.
Can hocayla bizim kuşağın (60 ve 70) ağabeylerinin gölgesinde kaldığını, tekrardan kurtulmaları gerektiğini, bir fikir beyan ederken ‘dedi’ yerine, ‘bana göre’ ile cümle kurmaları gerektiğinin önemine dikkat çekiyoruz.
Urk, ziyaretimize geri dönersek. Bir balık kasabası olarak bildiğimiz Urk’e, köy yollarından girdik. Kasabaya bir iki kilometre kala, iki grup insanın ellerinde ve omuzlarında av tüfekleriyle yürüdüklerini görünce şaşırdık, ‘avcılar’ dedik ve devam ettik.
Bir liman kasabası olan Urk’ün merkezinde aracımızı park edip, esen şiddetli rüzgârdan korunmak için, bir balıkçı restoranı aradık. Merkezdeki üç beş küçük sokağı dolaşmaya başladık. Dükkanların, (balıkçı, patatesçi, fark etmiyor) hemen hemen hepsinde İsrail bayrağının asıldığını gördük.
Bir anda, kendimizi Hollanda’nın küçük bir balıkçı kasabasında değil de, İsrail’in bir kasabasında zannettik ve ciddi bir şekilde ürktük. Paltomda küçük bir Filistin bayrağı rozetinin olduğunu bir an unutmuşum. İnsanların ters ters bakması, balık yeme iştahımızı da kaçırdı. Kasabadan ayrıldık. Amsterdam’a gelirken, Urk ile ilgili bilgileri hatırlamaya çalıştık.
Urk’ün, aklımıza gelen bazı özellikleri şöyleydi: Urk, yirminci yüzyılın ortalarına kadar, Hollanda kara parçasından kopuk, kendi başına bir adaydı. Uzun süre, izole olarak yaşamaları, kendilerine has bir kültür oluşturdu. Hollanda’nın diğer bölgelerinden farklı olan bu kültür, dayanışmacı bir ruha sahip. Muhafazakârlar. Koyu Ortodokslar. Kadınların özel siyah elbiseleri var. Urk’lü olmayanlara ‘yabancı’ olarak bakarlar. Urk, kültürüyle gurur duyarlar. Akraba evliliklerinin yaygın olduğu Urk, her düzeyde karar vericilere karşı, isyan ve baş kaldıran bir kasaba olarak bilinmektedir. O kadar da acımasızlar ki, 100 Urklü’nün, bir Faslı ailenin evine baskın yaptığı da bilinmektedir.
Böylesi koyu Hıristiyan, içe kapalı bir kasabanın sokaklarında asılı İsrail bayraklarına anlam veremedik doğrusu. Acaba, insanı ürküten Urk’lüler, işgalci ve soykırımcı İsrail’e, her koşulda destek vermenin dini bir vecibe mi olduğuna inanıyorlar?
Not: Hollandaca U harfi Ü olarak seslendirilir. Bu nedenle Urk ismini Ürk olarak okumak lâzım. Yazıda ‘Urklu’ yerine ‘Urklü’ tercih edilmiş ve çoğuldaki ‘lar’ yerine de ‘ler’ kullanılmıştır.
Veyis Güngör
7 Aralık 2024