11 Mart tarihinde Rotterdam’da yaşanan Hollanda-Türkiye diplomatik krizinin yankıları bitmek bilmiyor adeta. Artçı krizler medya üzerinden devam ediyor. Sadece hafta sonu Hollanda gazetelerine bakmamız bile, devam eden krizin yankıları hakkında bir fikir yürütmemize yardımcı oluyor. Gazetelerin onlarca sayfası, hem de tam sayfa olarak Türkiye ve Erdoğan’dan bahsediyor. Yaklaşan Cumhurbaşkanlığı sistemi halk oylaması da bahane edilerek çok ilginç başlıklar atılıyor gazetelerdeki yazılara. Hem abone olduğum gazete hem duyarlı dostların diğer gazetelerden gönderdikleri yazılardan, sanki ‘tüm medya ortak hareket ediyor’ fikri oluşuyor insanda ister istemez.
Çoğu yazının başlığı garip. Ama şu başlık bir başka garip: ‘Türkiye’deki muhalefete, bir dikdatörün nasıl al aşağı edileceği yönünde altı tavsiye’. Tam iki sayfa ve altı aşamalı bir tavsiyede bulunuyorlar mulafete. Bir başka tam sayfada ise Türkçe olarak ‘EVET söz de karar da MİLLETİN’ afişinin üst kısmına büyük harflerle ‘DİREN’ başlığı atılmış. Medyanın bu başlıkları Hollanda Türkleri’nin Cumhurbaşkanlığı sistemi halk oylaması için oy vermelerine iki gün kala yapılıyor. Bu tür yayınlar, 5 Nisan Çarşamba günü yani Türkler’in sandığa gittikleri ilk gün de devam etti.
Pazartesi ise Trouw gazetesinin karikatüris LEN, elinde Türk bayrağı olan ve bir ayağı Avrupa’da diğer ayağı da Türkiye’de olan, ikisininde arasının gittikçe açıldığını gösteren karükatör yayınladılar. İşte Avrupalı Türkler böyle bir psikolojisi içinde halk oylamasına katıldılar…
Cumhurbaşkanlığı sistemi halk oylamasının ilk günü Hollanda’nın en tecrübeli Türk gazetecisi İlhan Karaçay beyle Amsterdam’daki seçim mahalline gittik. Arabamızı park ettik. Oy verilen RAI sergi ve toplantı merkezine tam gireceğimiz sırada, Alman plakalı araçtan İstanbul Milletvekili Mustafa Yeneroğlu ve beraberindeki heyetle karşılaştık. Yeneroğlu ile merhabalaştıkdan sonra ayak üstü sohbet ettik. Yeneroğlu, Avrupa’da yetiştiği için bizim psikolojimizi en iyi bilenlerden birisi. Olanları tekrar anlatmamıza gerek kalmadı. Zaten o da olayların merkezinde ve medyanın en çok başvurduğu isimlerdendi. Hatta o gün, Trouw gazetesinde kendisiyle yapılan bir söyleşi vardı. Söyleşinin başlığı şöyleydi: ‘Referandum Erdoğan hakkında değil, anayasa ve sistem değişikli ile ilgilir’. Söyleşiden bir kaç cümle ise, ‘Hollanda ve Almanya Türkiye’yi kendi parlamenter geleneklerinden değerlendiriyorlar’, ‘Hem İstanbul’da hem Köln’de kendimi evimde hissediyorum’, ‘Türkiye’de de Almanya’ya aidiyet hissettiğim için eleştiriliyorum’, şeklindeydi. 16 Nisan’dan sonra ilişkilerin normale dönmesi beklentilerimizi dile getirdik…
Hollanda medyası özellikle, geçen hafta Belçika’da yaşanan şiddet olayından sonra, Hollanda’da oy kullanma süresince beklenmedik olaylar olabilir algısı oluşturdu.
Oysa, oy verilen salona vardığımız zaman, farklı siyasi partilerin temsilcileri, sandık görevlileri gayet uyum içindelerdi. Her vatandaş, hiç bir baskı ve yönlendirme olmadan oyunu kullanıyordu. Dışarıda estirilen ‘olaylar çıkabilir’ havasından eser yoktu. Görevliler birbirlerine çay, kahve ve yemek ikram ediyorlardı. Sosyal medyada kullanılan dil ve estirilen aşırılıktan eser yoktu. Millet parlamenter sistem ile Başkanlık sistemi arasında bir tercih yapıyordu. Akşam televizyon programlarında Türkler’in Amsterdam, Deventer ve Den Haag’da Türkiye için oy kullandıklarını ele aldılar. VARA’da yayınlanan PAUW televizyon programında gündüz oy verenleri konuşturdular. EVET verenler, Erdoğan’ı ve Türkiye’yi çok sevdiklerini söylerken, HAYIR verenler ise Türkiye’nin tek kişiye teslim edilmeyeceğini söylediler. Program sunucusu Jeroen Pauw ise programı kapatırken ukela bir şekilde, ‘Hollandalı Türkler demokratik bir ortamda, Türkiye’de daha az demokrasi için oy verdiler’ yorumunu yaptı…
Bir müddettir düşünüyorum ‘Nedir bu telaş, nedir bu aymazlık?’ diye.
Kendi kendime düşünmeye devam ettim. Gazeteler, günlerdir boy boy Türkiye yazıyorlar. Televizyonlar, radyolar bas bas bağırıyorlar. Bütün haber programlarında Türkiye ve Erdoğan var. Akıllara ziyan…
Neden sonra, aklıma birden Üstâd Abdurrahim KARAKOÇ’un (Allah rahmet eylesin) İsyanlı sükut şiiri’den şu dörtlükler geldi:
“Gitmişti makama arzuhal için,
Bey dedi yutkundu eğdi başını,
Bir azar yedi ki oldu o biçim,
Şey dedi yutkundu eğdi başını.
Kapıdan dört büklüm çıktı dışarı,
Gözler çakmak çakmak benzi sapsarı,
Bir baktı konağa alttan yukarı,
Vay dedi yutkundu eğdi başını”…
Karakoç bu satırlarında sistemden ve tortulaşmış bürokrasiden şikayet ediyor. Bu sitesimin adı, Türkiye’de ne kadar uygulanıp uygulanmadığı tartışılsa da, genel anlamda parlamenter sistemdir. Bu siyasal sistem, çocukluğumdan beri kaç kez tartışıldı hatırlamıyorum. Türkiye’yi yönetmiş bir çok isim, -rahmetli Demirel ve Özal örneğin- hep bu siyasal sistemden şikayet ettiler. Hükümetlerin güçsüz ve parlamentonun bölünmüş olduğunu söylediler. Biz de, anayasal sistemi filan düşünmeden yıllarca milli devlet, güçlü iktidar sloganı attık. Şimdi Türkiye, parlamenter sistem ile başkanlık sistemi arasında bir tercih yapacak. Milli iradeye, milletin verdiği karara saygı duymaktan başka ne yapabiliriz?
Veyis Güngör
7 Nisan 2017