SOSYOLOJİ DİVANI DERGİSİ, DOSYA: EURO TÜRKLER

-Veyis Bey merhaba. Öncelikle söyleşi talebimizi kabul ettiğiniz için teşekkür ederiz. Avrupa’daki Türkler söz konusu olduğunda, genellikle ilk soru (Türklerin bakış Açısıyla) ‘Türklerin yaşadıkları ülkeye uyum sorunlarının neler olduğu’ olur. Belki kitabın ortasından olacak ama, müsaadeniz olursa ben ilk olarak şunu sormak isterim. Avrupa’nın yerli toplumu, Türklerin yaşadıkları ülkeye uyumu hakkında ne düşünüyor?  Entegre olduklarını düşünüyorlar mı?

-“Bizim, yani Avrupalı Türklerin ‘uyum’ diye bir sorunu yoktur. Biz, entegrasyon sorununu yıllar önce aştık. Ama, yarım asırdan fazla bir zamandır, içinde yaşadığımız Avrupalı karar vericilerin ve bazı siyasetçilerin söylemlerinin etkisinde kalan bir kısım yerli vatandaşların, farklı olanı “kabul etme” sorunu vardır. Bir başka ifadeyle, Avrupa’nın farklı kültürlerle yaşama, çok kültürlülüğü kabul etme, hazmetme, anlama ve anlamlandırma sorunu vardır. Yıllar önce, Avrupalı bilim insanlarına göre, Avrupa’da göçmenlerin uyumu, yani entegrasyon göstergesi, o ülkenin dilini iyi konuşmakla orantılıydı. Türklerin birinci nesli, belki bu noktada sorun yaşadı. Ancak, ‘sonraki nesillerde dil sorunu vardır’ demek abesle iştigal olur. Hatta, bir çok alanda başarılara imza atan Türkler vardır Avrupa’da…

O halde, entegrasyon sorunumuz yoktur. Kaldı ki, içinde yaşanılan ülkenin dilini öğrenmek, öncelikle bize fayda ve kolaylık sağlar, bizi zenginleştirir, iş pazarında, eğitimde, komşularla ilişkilerde bir çok kapı açar. Dolayısıyla Almancayı ve Hollandacayı öğrenmeyi istememek gibi bir lüksümüz olmadı, olamaz da.

Velhasıl, kısaca ifade etmemiz gerekirse; yeryüzü Allah’ındır. Tarihin akışı içinde Türkler, dünyanın neresine giderlerse gitsinler, orada kendilerine özgü bir dünya kurdukları, sonra içinde yaşadıkları topluma uyum sağladıkları ve iletişime geçtikleri bilinmektedir. Hatta yer yer, tarihin belirli süreçlerinde de örnekleri olduğu gibi, içinde yaşadıkları toplumu o kadar benimserler ki, bu nedenle asimile olanlar da vardır. Ama bunun tersi olarak da, yüzyıllardır asimile olmayan Türk toplulukları da vardır.”

-Siyasetçisinden akademisyenine, Avrupa’daki Türk mahalleleri örnek gösterilerek, Türklerin hâlâ kapalı devre bir toplum özelliği gösterdiğini iddia eden kesimler var. Sizce Avrupa’da Türkler, yaşadıkları ülkelerin toplumsal ve kültürel hayatına ne kadar dahil oluyorlar?

-“Evet, Türklerin genellikle, bireysel olarak, yaşadıkları ülkelerin kültür, sanat, sosyal hayatına katılımları olsa da, toplumsal olarak kendi içlerine yönelik bir topluluk olduğu söylenebilir. Kendi marketlerinden alışveriş yapan, kendi restoranlarında yemek yiyen, kendi dernek ve vakıflarını kuran, spor kulüpleri oluşturan bir Avrupa Türk topluluğu var. 60 yıllık göç geçmişimizde, Türkler, kurumsal olarak sosyal ve kültürel hayata katılmayı denediler. Ancak, dominant kültür kuruluşları, siyasette olduğu gibi, bu alanlarda da yer yer dışlayıcı bir tutum sergilediler. Diğer taraftan, zaten yeterince ayrışan Türk kuruluşlarının, kendi aralarında bile ortak çalışmaları zorlaşırken, içinde yaşanılan ülkenin kurumsal hayatına dahil olma, takdir edilir ki daha da zorlaşmaktadır. Olayın bir başka yönü de, kanaatimce yerel karar vericilerin uyguladıkları mesken politikaları, göçmenlerin kentlerin belirli mahallelerinde yoğunlaşmasını ve daha çok kendi aralarında iletişime girmelerini sağlamıştır. Görüldüğü üzere, her iki tarafta da yanlışlıklar yapılmıştır. Ama, biraz önce de söylediğim gibi, göçmenler ve Türkler, bireysel olarak toplumun her katmanına dahil olurken, bir şekilde, toplumsal olarak da, kültürel hayatın içinde olmalıdırlar. Hele, Avrupa’nın siyasal gidişatı göz önüne alındığında, göçmenler daha fazla Avrupalı kurumlarla birlikte çalışmalıdırlar. İş birliği için, illa yerli kuruluşlardan ısrarlı talepleri beklememeliler.”   

-Avrupa’da doğup büyüyen, yaşadıkları ülkenin diline, kültürüne vakıf olan, eğitim sistemine ekonomisine dahil olan yeni kuşakların ve Türkiye bağlarını sürdürme konusundaki gözlemlerinizi sormak istiyorum. Özelikle vatan algısı ve aidiyet konusunda bağlamında neler söylersiniz?

-“İlginçtir ki, göçün ilk ve ilerleyen yıllarında yapılan bazı sosyolojik araştırmalarda, Avrupa’da doğup büyüyen Türk çocuklarının, bir müddet sonra, (hatta adres belirtilerek), üçüncü ve dördüncü nesilden sonra, asimile olacağı öngörüleri sergilendi. Hafızalarımız bu yorumları hatırlamaktadır. Oysa bugün, dördüncü kuşağın konuşulur olduğu Avrupa Türkleri içinde, her ne kadar kısmi asimilasyon ve  yabancılaşma olsa da, iyi Türkçe konuşamasalar da,  Türk gençlerinin, Türkiye bağı, sevdası ve aidiyeti başlı başına araştırma konusu olma özelliğini taşımaktadır.

Avrupa’daki Türk gençleri arasında böyle bir algının oluşmasında, küreselleşme ve dijitalleşmeyle birlikte, dünyaya açılan Türkçe müzik ve Türk dizileri büyük rol oynarken, Türkiye’nin son on beş, yirmi yılda, olumlu veya olumsuz ama sürekli Avrupa medyasının konusu olması da önemli rol oynamıştır.
Avrupa medyası yapmış olduğu negatif haberlerle, aslında farkında olmadan, Avrupa’daki Türk gençlerinin kimlik oluşturmalarına yardımcı oluyor. Türkevi Araştırmalar Merkezi ile Amsterdam Üniversitesi Psikoloji Bölümünün, üçüncü nesil Türk gençleri üzerinde yaptığı bir anket çalışmasında, ‘Neden Bozkurt kolyesi takıyorsunuz?’ sorusuna, gençlerin tamamına yakını şu cevabı vermiştir: “Hollanda basını Türklerle ilgili olumsuz bir şey yazıyorsa, biz onun tersini yaparız. Bozkurtlar hakkında negatif haber yapıyorlar diye, biz de Bozkurt kolyesi takıyoruz”.

Benzer gelişmenin son örneği, geçtiğimiz aylarda oynanan EURO 2024 Futbol Şampiyonasında yaşandı. Avrupa’da doğan, büyüyen genç Türk nesiller, Dortmund, Hamburg ve Berlin sokaklarını kırmızı beyaza boyadılar. Bu tür tepkisel kimlik algıları yanı sıra, Avrupa’daki Türk gençleri arasında daha bilinçli bir vatan ve ortak akraba aidiyeti de var. Örneğin, son yıllarda, yaz aylarında kara yoluyla Türkiye’ye tatile gelenler, eskiden olduğu gibi, Köln’den Kapıkule’ye kadar mola vermeden gelmiyorlar. Gençler, Macaristan, Kosova, Bosna, Makedonya, Gümülçine gibi, Türk İslam kültür mirasının izlerini bulunduran mekanları ziyaret ede ede Türkiye’ye geliyorlar. Yani, Avrupa’daki gençlerin vatan aidiyeti Türkiye ile sınırlı kalmıyor ve kültür mirasımızın, gönül coğrafyamıza da aidiyet ve özlem duyuyorlar.”  

-Uzun yıllardır Avrupa’da olan ve yine uzun yıllardır sivil toplumda aktif faaliyet gösteren biri olarak, Avrupa’daki Türklerin örgütlenme kültürü hakkında ne düşünüyorsunuz? Bu sorunun bir devamı olarak Türk derneklerinin, yaşanan sorunların çözümünde ortak hareket edebilme, karar alma süreçlerine müdahil olabilme noktasında etkin ve işlevsel bir role sahip olduğunu düşünüyor musunuz?

-“Avrupa’daki Türklerin 60 yılı aşan göçmenlik tarihinde, örgütlenme şekilleri işçi dernekleriyle başlar, göçün ikinci on yılında siyasi ve dini örgütleme, yani 1980 öncesi Türkiye’sinin bir izdüşümü olarak devam eder. Türkiye’de ne kadar siyasi ve dini yapılanma varsa, hemen hemen hepsinin Avrupa’da bir örgütlenmesi bulunur. Bu yapılanmadaki çeşitlilik ve ayrışma, günümüzde de devam etmektedir. Sonraki yıllarda ise, gerek var olan kuruluşlardan kopuşlarla ortaya çıkan, gerekse, yerel ihtiyaçlardan hareketle kurulan örgütler, Avrupa’da Türk sivil toplum kuruluşlarına katılırlar. Yerel ihtiyaçlardan hareketle kurulan sosyal, kültürel, eğitim ve sanat alanlarındaki derneklerin sayısal gücü, Türkiye bağlantılı çatı kuruluşlar kadar zengin değildir. Biz, buna bir de Avrupa’nın hemen hemen her yerinde oluşan, hatta federasyonlaşan hemşehri derneklerini ilave edebiliriz. Toplumsal gelişme, değişmeyle uzmanlık alanında da örgütlenmeler bulunmaktadır. Kısaca, Türkler, Avrupa’daki diğer göçmen gruplara göre, en örgütlü, yani STK sayısı en fazla olan bir topluluktur. Ancak, bu yüksek sayının ve her alanda örgütlenmenin, yaşanan sorunların çözümünde ortak hareket edebilme ve ortak akıl ve hedef doğrultusunda birlikte hareket etmek noktasında, pek olumlu cevap verme şansımız bulunmuyor. İstisnai durumlar hariç, deprem gibi, kurumlarımızın ortak hareket etme kültürü, karar vericileri etkileme gücü maalesef yok. On yıllar önce oluşan ve devam eden kutuplaşma kurumlarımıza da yansımıştır. Hollanda’da yıllar önce, çatı kuruluşlardan oluşan kısa adı IOT olan Türkler İçin Danışma Kurulu denenmiş, hatta bir süre etkin olmuş, ortak hareket etme örneği göstermiş ve son yıllarda gücünü kaybetmiş bir oluşum tecrübesi yaşanmıştır. Benzer bir oluşum, 99 dernek ve vakfın üye olduğu ITT, İsviçre Türk Toplumu oluşumundan da bahsetmemiz gerekmektedir.” 

-Sizce Avrupa’daki Türk diasporası yaşadıkları ülkelerde siyasetle ne kadar ilgileniyor? Dahası siyasete ne kadar dahil oluyor? Türklerin yaşadıkları ülkelerin siyasetine katılımı hakkında gözlemleriniz neler?


-“Avrupa Türkleri, yaşadıkları ülkelerde kendilerine seçme ve seçilme hakkı, -ki bu hak Hollanda’da 1986 yılında verildi-, tanındığı andan itibaren, yerel, genel ve Avrupa Parlamentosu seçimlerine ilgi duymuşlardır. Özellikle, Belçika ve Hollanda’daki seçim sisteminin, seçmene tanıdığı tercihli oy kullanma hakkıyla, Türkler on yıllardır belediyelerde etkin siyaset yapmaktadırlar. Avrupa ülkelerinin vatandaşlığına geçen Türklerin her geçen gün sayılarının artmasıyla, genel siyasette de etkin olan Türkler, 1990 ve 2000’li yıllarda ana akım siyasi partilerde milletvekili olarak parlamentoya girmişler, hatta bazıları bakanlık görevi de üstlenmişlerdir. Ancak, son on, on beş yılda, Avrupa’daki geleneksel siyasi partiler, örneğin sözde Ermeni soykırımı meselesini öne çıkarıp, parlamentolarda kabul edilmesini teklif etmeleriyle, ve bunu Türk kökenli siyasetçilere de kabul ettirme yönündeki baskılarıyla, bir çok Türk kökenli siyasetçinin bu partilerden ayrılmaları ya da ihraç edilmelerini beraberinde getirmiştir. İşte bu ve benzeri gelişmeler, Avrupa Türklerinin kendi siyasi oluşumlarına zemin hazırlamıştır. Hollanda’da ‘DENK Partisi’, Almanya’da ‘BIG ve DAVA Partileri’, Fransa’da ‘Eşitlik ve Adalet Partisi’ PEJ, ‘Avusturya İslam Partisi’ Belçika’da ‘Emir Kır Listesi’ kurulmuştur. Böylece, 2024 yılı itibarıyla, Avrupalı Türklerin siyasal katılım mücadelesi, hem geleneksel ana akım partilerde hem de kendi kurudukları partilerde devam etmektedir.”

-Siyaset demişken, son dönemde Avrupa’da yükselişe geçen aşırı sağ partilerin -ki artık iktidara da gelmeye başladılar- genelde göçmenler, özelde Türkler için endişe verici olduğunu düşünüyor musunuz?

-“Avrupa’da aşırı sağ ve popülist partilerin son yıllarda yükselişe geçmeleri, bazı ülkelerde hükümette yer almaları, sadece göçmenleri ve Türkleri endişeye sevk etmiyor. Kanaatimce tüm Avrupa’yı büyük endişenin içine çekiyor. Aşırı sağ dalga, Avrupa’da ülke ülke güçleniyor ve  gelişiyor. Mülteciler sorunsallaştırılıyor, araçsallaştırılıyor. Göçmen karşıtı söylemleri, hatta politikaları Avrupa’daki Müslümanları direk hedef alıyor. Yaşam alanını daraltıyor. Hukuken değil elbette, ama yıllardır yapılan anti-İslam propagandaları, ister istemez halkın geniş kesimlerinde etkisini gösteriyor. Öyle ki, ırkçı partiler, Müslümanların yaşamadığı şehirlerden oy alıyor. Müslüman komşusu, iş ve okul arkadaşı olmayan Hollandalılar ve Belçikalılar korkuyorlar, endişe duyuyorlar. Dolayısıyla aşırı sağ, sadece göçmenlere ve Türklere korku salmıyor, daha geniş kitlelere suni korku gönderiyor.” 

-Avrupa’da her geçen gün artan yabancı düşmanlığı ve İslam düşmanlığının, Türklerin Avrupa’daki geleceği açısından bir tehdit oluşturduğunu düşünüyor musunuz? Bu sürecin gelecekte nasıl ve nereye evrilebileceği yönünde bir öngörünüz var mı? Örneğin şiddet olaylarının artması halinde Türklerin anavatana göç etme ihtimalini gerçekçi buluyor musunuz?

-“Türkler, Avrupa ülkelerinin bir parçasıdır. Her ailede olmasa bile, yerlilerden kız alıp kız verdik. Karma evlilikler var. Alman gelinler, Türk damatlar var. Aşırı sağın Avrupa için bir tehdit olduğuna inanıyorum ama Avrupa sağduyusunun harekete geçeceğine inanmak istiyorum. Aynı gemide birlikte yolculuk yapıyoruz. Bizim burnumuzun kanaması, Avrupalıları mutlaka rahatsız edecektir. Etmesi de gerekiyor. Nihayet, Kasım ayının ilk haftası Amsterdam’da yaşanan kâbus, Siyonist İsrail takımı taraftarlarının sokaklarda estirdiği terör, sadece Müslümanları değil, aklıselim Amsterdamlı Yahudileri de rahatsız etti. Yaptıkları açıklamalar ve yazılarla, hem Gazze’deki soykırımın hem de Amsterdam’daki sokak saldırılarının kabul edilmez olduğunu söylediler. Türklerin ana vatana, gönüllü geri dönmeleri olabilir ama, topluca bir göç olacağını sanmıyorum, ummuyorum da.”

-Son dönemde Türkiye’den Avrupa’ya göç edenler arasında, Türkler üst sıralarda, ki,, bu durum istatistiklere ve araştırmalara da yansıyor. Özellikle Türk gençler Türkiye’deki ekonomik kriz sebebiyle Avrupa gitme konusunda oldukça istekli. Siz bu konuda neler söylemek istersiniz?

-“Evet, son yıllarda Avrupa’ya kalifiyeli Türk göçü yaşanıyor. Expat olarak tabir edilen bu grubun sayısı her geçen gün artıyor. Özellikle belirli alanlarda yetişmiş elamanlar, sadece Türkiye’den değil, diğer ülkelerden de Avrupa’ya akın ediyorlar. Bu tipik bir Türkiye sorunu değil. Her ne kadar göç edenler arasında Türklerin sayısı fazla olsa da. Avrupa’nın 2050’ye kadar uzman ve kalifiye elemana ihtiyacı var. Bu ihtiyacı, ‘mülteciler içinden karşılayalım’ görüşü tartışılıyor ama, yetişmiş insan ihtiyacı hemen karşılanınca, Türkiye dahil Avrupa dışından bilgi göçü yaşanıyor.”

Son olarak Türkiye Cumhuriyeti devleti kurumlarının, Avrupa’da yaşayan Türklerin sorunlarıyla yeterince ilgilendiğini düşünüyor musunuz? Bu konuda eksikler varsa çözüm önerileriniz nelerdir?

-“Türkiye Cumhuriyeti’nin, maalesef işgücü göçünün ilk on yıllarında ve daha sonrası, Avrupa’daki Türklerle hakkıyla ilgilendiği söylenemez. O yıllarda, yapılan sempozyumlarda Türkiye’nin yurt dışındaki vatandaşlarıyla ilgili politikası ‘saldım çayıra Mevla’m kayıra’ olarak ifade ediliyordu. Ancak, bunun günümüzde böyle olduğu söylenemez. Türkiye Cumhuriyeti, artık diaspora kurumlarıyla, Yunus Emre Enstitüleri, Türkiye Maarif Vakfı, YTB Yurtdışı Türkler ve Akraba Başkanlığı başta olmak üzere, bir çok kamu ve özel kuruluşu ile Avrupa’daki Türkleri ilgi alanına almıştır. Türkiye Avrupa Birliği ilişkileri çerçevesinde yapılan etkinlikler de bunlara eklenebilir. Sorunlar karşısında, bu kurumların çözüm üretmeleri uzun vakit alabiliyor, ya da politikaların etkisi uzun sürebiliyor. Kanaatimce, kurumlar bu süreçte, Avrupa Türkleri sosyal sermayesinden yeterince faydalanmamaktadırlar. Oysa, Türkiye’nin sahip olduğu yetişmiş ve bireysel başarı elde etmiş diasporası, başka ülkelerde bulunmamaktadır. Türkiye bu sosyal sermayeyi bir an önce keşfetmelidir.” 

SOSYOLOJİ DİVANI DERGİSİ  (Yıl: 12  Sayı: 24) DOSYA: EURO TÜRKLER, Aralık 2024

Scroll naar boven
Scroll naar top