Sütçü Dirk ve Aksaraylı Mehmet

Geçen hafta cuma namazı öncesi, Zaandam Sultan Ahmet Camii avlusunda namaz vaktini bekliyoruz. Salgın sürecinde sosyal mesafenin uygulanmasıyla cami dolmuş. Konferans salonu veya bahçede cuma namazını kılmamız gerekiyor. Zaten beraberimizde seccademizi ve maskemizi getirmiştik. Namazı beklerken ister istemez yan tarafımda üç arkadaşın konuşmasına şahit oldum.

Merhabalaştığımız Aksaraylı Mehmet abi hararetle yanındakilere iki hafta önce yaşadığı bir olayı anlatıyor. Mehmet abi şöyle dedi: “Salgından dolayı epeydir gitmediğim Hollandalı çiftçiye süt almak için gittim. Genç ve neşeli çiftçi Dirk her zaman olduğu gibi beni kapıdan görünce merhaba Memet diye bağırarak selamladı. Komşuların ve benim sütümü aldım. Süt parasını öderken, duvarda ‘Mohamed 8 Euro’ yazan bir not gördüm. Dirk’e, bu nedir diye sordum. Dirk ‘süt alan ve yanında parası olmayan bir müşterinin borcu.’

Aksaraylı Mehmet abi şöyle devam etti: “Süt bidonlarını aldım arabaya koydum ve eve doğru hareket ettim. Yolda ‘Mohamed 8 Euro’ notunu düşündüm. İçimi tarif edemediğim bir hüzün kapladı. Baya rahatsız oldum. Süt bidonlarını eve ve komşulara teslim ettim. Tekrar süt çiftliğine geri gittim. Dirk, beni görünce şaşırdı. ‘Hayırdır aldığın süt az mı geldi Memet’ dedi gülerek. Hayır Dirk dedim. ‘Süt yeterli, ama şu duvardaki borç notu varya, beni çok rahatsız etti’ dedim. Dirk, hiç bir şey anlamadı tabiki. Dirk şaşkın şaşkın bakarken ‘bak Dirk, Muhammed benim Peygamberimin adı. Duvarda Onun borçlu olduğu yazıyor. Bu beni çok derinden etkiledi. O borcu ben şimdi ödeyeceğim. Sen de o yazıyı duvardan sileceksin’ dedim. Çiftçi Dirk neler olduğunu pek anlayamadı ama parayı alınca duvardaki notu hemen sildi. Ben de çok rahatlarım, içimdeki olumsuz duygunun yerini büyük bir mutluluk aldı”. 

Cuma namazına dakikalar vardı. Ancak ben tarihin derinliklerine gittim, geldim. Yüzyıllar önce Türkistan’da yaşamış ve öğütleri çağımız insanına ulaşmış Hocam Ahmet Yesevi’yi ve onun muhteşem Peygamber sevgisini düşündüm. Sonra onaltıncı yüzyılın sonları onyedinci yüzyılın başlarında yaşamış Urfa’lı şair Nabi aklıma geldi. 

Hocam Ahmed Yesevi Birinci Hikmet 10. Dörtlükte;
“Yaşım altmış üçe erdi, ömrümü geçirdim gâfil,
Hakk’ın emrini tutamadım, kendimse kara câhil.
Namaz, oruç hep kazada, olunmaz cemâle nâil,
Kötüye tâbi oldum, iyilerden geçtim ben.” diyor.

Yaşım 63’e erdi, ömrümü geçirdim gafil, hakkın emrini tutmadım, kendim ise kara cahil, namaz oruç hep kazada, olunmaz cemale nail, kötüye tabi oldum, iyilerden geçtim ben… 63 yaşına geldiǧinde Hoca Ahmed Yesevi, İrfan mektebinin bir köşesinde çilehane kazdırdı, ömrünün kalan bölümünü burada geçirdi. Ama dünyadan kopmadı. Halvethanede vaktini üçe ayırıp, hayatına devam etti. Peygamberimize hürmet ve saygıdan dolayı bunu yapmıştır.


Şair Nabi ya da Urfalı Nabi’nin Hac ziyareti meşhurdur. Nabi, devlet büyükleriyle Hac vazifesi için yola düşer. Yolculuk meşakkatlidir. Yorgun düşerler. Dinlenmek için mola verirler. Tam bu esnada Nâbî’nin dikkatini biri çeker. Dikkatini çeken bu adam bir paşadır ve paşa ayaklarını Medine’ye, âlemlere rahmet olarak gönderilen Efendimizin (s.a.v.) mübarek istirahatgâhına doğru uzatarak yatmaktadır. Nâbî’yi derin bir elem sarar. O anda kalbine iltica eden ilham ile şu cümlelerle başlayan naatı okur:

“Sakın terk-i edepten, kûy-i Mahbûb-i Hudâ`dır bu;
Nazargâh-ı ilâhîdir, Makam-ı Mustafâ`dır bu.”…

Paşa, saygısızlığını ikaz eden bu şiir karşısında utanır. Hemen toparlanarak Nâbî’ye döner ve der ki:

– Bu şiiri ne zaman yazdın?

– Az önce yazdım.

– Peki bu şiiri başkalarına okudun mu?

– Hayır ilk defa okudum. Sizden başka da duyan olmadı.

Paşa bunun üzerine bu mevzunun aralarında bir sır olarak kalmasını rica eder. Nâbî bu ricaya sükût ile cevap verir ve konu kapanır. Ardından kafile yola çıkar.

Bir sabah ezanı vaktinde Medine’ye ulaşırlar. Şehre edeple girerler. Lakin ezandan önce müezzinlerin dudaklarından dökülen cümlelere şaşırır kalırlar. Medine’de bulunan bütün müezzinler aynı cümleleri söylüyorlardı. Müezzinler ezandan önce bir naat okuyordu. Paşa ve Nâbî şaşkınlıklar içerisindedir. Çünkü bu naat, Nâbî’nin paşaya okuduğu naattır. Hemen mescide varırlar. Sabah namazının ardından müezzinin yanına giderler. Nâbî müezzine sorar:

– Ezandan önce bir naat okudunuz. Bu natı nerden öğrendiniz?

– Söyleyemem. Sır.

– Fakat az önce okuduğunuz naat bana ait.

– Senin ismin Nâbî mi?

– Evet.

– Öyleyse dinle. Bu gece Allah Rasulü (s.a.v.) rüyamızda bize: “Ümmetimden Nâbî isimli bir şair beni ziyarete geliyor. Bu zat, bana karşı son derece büyük bir sevgi ile doludur. Bu âşkını ifade için şöyle bir naat yazmıştır. Siz, bu naatı bu sabah minarelerden onun buraya beni ziyarete gelişi şerefine okuyun.”

Evet, asırlar önce Türkistan’da yaşayan ve 63 yaşına gelince inzivaya çekilen Hocam Afmed Yesevi, bir kaç yüzyıl önce yaşayan Urfalı şair Nabi ve 2020 yılında Zaandam’da yaşayan ve Hollandalı sütçü Dirk’e Muhammed’in borcunu ödeyen Aksaraylı Mehmet’in bize verdikleri mesaj ‘Türklerde Peygamber Sevgisidir’. Bunun idrakında olmak ümidiyle.

Veyis Güngör

HABER Gazetesi, Ekim 2020

Scroll naar boven
Scroll naar top