Okuduğunuz başlık bana ait değil. Oldukça iddialı ve tartışmalı bir başlık. Ancak bu başlık, Yunus Emre başta olmak üzere, Piri Türkistan Hoca Ahmet Yesevi, Mevlana Celaleddin Rumi, Hacı Bektaş-i Veli, Ahi Evran, Evliya Çelebi, Aşık Veysel, Sarı Saltuk’un hayat hikayeleri ve düşüncelerini Hollandacaya tercüme eden, Abdulwahid van Bommel’a ait.
Abdulwahid van Bommel, 2021 yılının Yunus Emre Yılı olması münasebetiyle, her ay yayınladığı özel bültenini, aralık ayında Yunus Emre’ye ayırmış. Bültende, kasım ayının sonunda Karaman’da Kartap tarafından organize edilen, Uluslararası Yunus Emre Paneli ve yine aralık ayının başında organize edilen Yunus Emre Günleri çerçevesinde, Mebruke Tuncel hanımefendinin minyatür sergisi yer almış.
Bültenin alt kısmında ise, Türkçe ilginç bir karükatüre yer verilmiş. Karükatürde, “Türkler oku atar, okun düştüğü yere medeniyet kurarlardı” cümlesi, başlık olarak yer alıyor. Aynı karükatürde, oku atan, kaytan bıyıklı ve elinde yay bulunan bir Türk ve onun hemen arkasında, sıra halde duran bir grup var. Oku atan diyor ki: “Ok nereye düştü lan”. Şaşkın bir halde duran gruptan birisi de “Abi bence dağılıp arayalım” diyor. Ve bu konuşmaların hemen altında, Türkistan bölgesi arka zeminde resmedilirken, Türkistan’dan atılan ve farklı yönlere yönelmiş beş ayrı ok görülüyor.
Karükatürün altında da, konuşmaların Hollandacası yer alırken, Abdulwahid van Bommel şu yorumu ekliyor: “…dağılalım, okun neyere düştüğünü arayalım. İşte bunun için, Avrupa’nın her yerine dağılmış Türklerle karşılaşıyorsunuz. Türkler, Türkistan’dan atılan okun nereye düştüğünü arıyorlar”.
Bir karükatürde yer alan bu cümleler üzerine, yapılan belki ironi sayılabilecek yorum üzerinde düşünmemiz gerekiyor.
Kasım ayında Karaman’da yapılan bir panelde, aralık ayında Avrupalı Türklerin Türkçe televizyonu Kanal Avrupa’da yayınlanan Sivil İnisiyatif programında da belirtmiştim. Yunus Emre, yüzyıllar önce Anadolu’da yaşamış, Taptuk Emre dergahında yetişmiş, Türkçe şiirler yazmış, tasavvuf ehli bir derviş, bir lokma, bir hırka anlayışının çok ötelerine geçmiş bir anlayış biçimidir. Yunus Emre, Türk aklını, inanışını, ontolojisini en berrak bir şekilde ifade ve temsil eden, gelecek yüzyıllarda da temsil etmeye devam edecek olan fikir ve eylem kaynağımızdır.
Tıpkı, Saliha Malhun hanımefendinin: “… bu millet, daha kaç yüzyıl nereye giderse gitsin, hep o Türkmen Kocası’nın sırrı ile yürüyecektir. Yeter ki, o sırrı çözecek ve eşyanın sırrını okuyacak o ilahi dilin, yani kendi medeniyetinin, ontik koduna yeniden bağlansın ve bu anlama ve terbiye boyutunu yeniden aktifleştirsin. O yol, Maturidi-Hanefi-Yesevi’den başkası değildir.” İfadelerinde yer aldığı gibi.
Bu düşüncelerden hareketle, bugün, yeryüzünün neresinde bir Türk varsa, orada Yunus Emre vardır veya olacaktır. Bir başka ifadeyle, şartların oluşmasıyla, her Türk bir Yunus Emre olma potansiyeline sahiptir. Çünkü Yunus Emre’nin yüreğinde temsil edilen Türkün merhameti, sonsuzluğa meşale oluşturacaktır.
Avrupa Türklerinin, Yahya Kemal’in, ecdadımız için söylediği gibi, “Bulgur pilavı yiyerek ve Mesnevî okuyarak” Avrupa’ya gelmediklerini biliyoruz. Çoğunluğu, hele hele 1960’lı yıllarda gelenler, ekonomik sebeplerle Avrupa’ya işçi olarak geldiler ve dağıldılar. Bugün sayıları milyonlara ulaştı. Hem Türkiye ile hem Türk Dünyası ile iletişim içindeler. Üstelik, günümüzde düşünce özgürlüğünü temsil eden Avrupa ülkelerinde yaşıyorlar. Şartlar oluşur, olgunlaşır ve dermanlarının dertlerinde gizli olduğunu anlarlarsa, işte o zaman yeni Yunus Emre’ler çıkıverir ortaya. O vakit, Türkistan’dan atılan okun düştüğü yeri bulurlar, Avrupa Türkleri.
Veyis Güngör
20 Aralık 2021